Çetin Çelik* ile buluşmadan notlar
SEÇBİR ve Öğretmen Ağı olarak günümüz sorunlarını ve bu sorunların eğitime olan yansımalarını disiplinlerarası bir bakış açısı ile ele aldığımız Akademi Buluşmaları’nın bu yılki ikinci buluşmasında 20 Kasım Perşembe günü Çetin Çelik ile bir araya geldik. Farklı aile ve kültürel geçmişlerden gelen öğrencilerin eğitim ortamlarında nasıl fırsat eşitsizlikleri yaşadıklarını, sosyal ağlarının öğrenme süreçlerini nasıl şekillendirdiğini ve bu dinamikleri nasıl fark edebileceğimizi tartıştık.
Çetin Çelik konuşmasına göçmen gençlerin okula uyumu ve okulda başarısı üzerine yürüttüğü araştırmalarda odağını gençlerin ve ailelerinin eksikliklerinden, eğitim sisteminin yapısal sorunlarına çevirdiğini not ederek başlıyor. Gençlerin okulda yaşadıkları sorunlarda “eğitimden uzak ve/veya eğitimsiz aileler”in sorunun kaynağı olarak işaret edildiğini, ancak sorunun kaynağını “okul-aile etkileşimi”nde aramak gerektiğini belirtiyor. “Öğrencilerin birbirleriyle rekabet ettikleri tarafsız bir alan” gibi algılanan okulun hiç de tarafsız bir alan olmadığına işaret ediyor. Okulun belirli bir kültürel sermayeyi olumlayan ve bu kültürel sermayeye sahip olmayan öğrencileri uyum sorunları ve başarısızlık ile baş başa bırakan bir ortam olduğunu iddia ediyor.
Buradan hareketle eleştirel sermaye literatürü ile tanıştırıyor bizi. Çetin hoca, üç farklı ama birbirine de dönüştürülebilir sermaye türünü açıklıyor: Ekonomik sermaye, kültürel sermaye ve sosyal sermaye. Bu sermayeleri “ailemizin zamanla biriktirmiş ve değişim değeri olan; zamanı istediğimiz şekilde kullanma lüksü sağlayan araçlar” olarak tanımlıyor. Bu araçlara ailenin sahip olduğu bir mülkün, bir aracın, banka hesabının yanı sıra o ailenin içerisinde duyulan kelimeleri, kütüphanede yer alan kitapları, izlenen filmleri, dinlenen müzikleri ve gezilen müzeleri de dahil ediyor. İçine doğduğumuz ailenin ekonomik ve kültürel sermaye dışında sosyal bir sermaye de sağladığını ekliyor. Etkileşim içerisinde olduğumuz kişiler ve kurumların kaynaklarının ilişki ağımızın mimarisîni oluşturduğunu söylerken; ne kadar sayıda kişi ve kurumla ilişki içerisinde olduğumuzun değil, ilişki içerisinde olduğumuz kişi ve kurumların barındırdığı kaynakların niteliğinin sosyal sermaye açısından belirleyici olduğunu not düşüyor.
Okulun öğrencinin hali hazırda biriktirdiği kültürel sermayeyi olumladığı durumda, o öğrencinin okula uyum sağlamakta hiçbir zorluk yaşamadığına; ancak okul ve aile arasında böylesi bir uyum olmayan bir öğrencinin uzun yıllar “uyum sorunu” yaşadığına dikkatimizi çekiyor. Eğitimde aile ve okul arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan birçok eşitsizliğin gizli olduğunu belirtiyor. Yıllar boyunca öğrencinin biriktirdiği bu sermayeleri bedeninden ayırmanın pek mümkün olmadığını ve yetenek diye nitelendirdiğimiz durumun aslında zamanla öğrencide biriken bu sermayenin Bourdieu’ye atıfla “iz”i olduğunu söylüyor. Başarıyı emekten ziyade öğrencide biriken kültürel sermaye ile ilişkili olarak anlamaya davet ediyor bizi.
Liseye Geçiş Sınavı (LGS) hazırlık sürecinde yaşanan sınıfsal farklılıkları açık ediyor. Bu süreçte aileler tarafından hem ekonomik hem kültürel hem de sosyal sermayenin eş zamanlı işe koşulduğunu, sınav merkezli çalışmaların ve destek mekanizmalarının arttığını ve ilişki ağlarının devreye sokulduğunu anlatıyor. Hatta bazı ailelerin sermayelerini, çocuklarını bu rekabetten korumak üzere kullandıklarını söylüyor. Ancak bu sermayelerden yoksun olan aileler ve öğrenciler için tek seçeneğin okul olduğuna işaret ediyor. Okulun bu işlevi yerine getirmediği durumlarda sınavın stresi artarken arkasına alabileceği sermayesi olmayan öğrencilerde tik, ağlama gibi semptomların ortaya çıktığını not düşüyor. Eğitimcilerin ise, bu gibi durumlarda bu sonucu yaratan sosyal yapıyı sorgulamadıklarını, bireysel ve psikolojik açıklamalar aradıklarını ve öğrencileri doğrudan rehberlik servisine yönlendirdiklerini belirtiyor.
Konuşmasını tamamlarken okulda değerli olan ve olumlanan kültürün keyfi ve belirli bir sınıfa ait bir kültür olduğunu tekrar hatırlatıyor; bu kültürel kodlara sahip olmayan alt sınıflardan ve sosyo-ekonomik statülerden öğrencilerin okulda konuşacak dili olmadığını söylüyor. Otoriteyle ilişki kurmanın, hakkını aramanın ve hesap sormanın sınıfsal bir öğreti olduğunu ve bu öğretiye sahip olmayan öğrencilerin ve ailelerin okul yaşantısına uyum sağlamakta zorlandıklarını ekliyor. Bu sınıfsal kodlara sahip olmayan öğrencilere okulda daha fazla zaman ayırmayı ve bu öğrencileri farklı değerlendirmeyi önemsiyor. Biz eğitimcilere suçu öğrenciye atmaktan uzaklaşmayı, basit ve bireysel açıklamaları bırakmayı; bunun yerine toplumsal güç ilişkilerinin ve eğitimdeki eşitsizlikleri yaratan tarihsel sermaye birikimlerinin farkında olmayı ve psikolojik olanın arkasında yatan sosyal yapıyı sorgulamayı öneriyor.
SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları, akademide yürütülen çalışmaların ve üretilen bilgilerin öğretmenler başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesle, öğretmenlerdeki deneyimin ise akademiyle paylaşılmasını amaçlamaktadır. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin farklı branşlardan eğitimcilerle bir araya gelmesiyle günümüzün sorunlarına disiplinlerarası bir bakış geliştirmeyi de hedeflemektedir. Çevrimiçi ortamda gerçekleşecek buluşma serisi öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum çalışanları ve gönüllüleri başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesin katılımına açıktır.
*Doç. Dr., Koç Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
**İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi (SEÇBİR)
