Submitted by yakupy@sabanci… on Tue 24/06/2025 - 15:40

Yayın Tarihi

Dostluk, Dertdaşlık, Ağdaşlık Üzerine: Bizi Bir Arada Tutan

Yazar: Yakup Yıldırım, Öğretmen Ağı Eş Genel Koordinatörü

Öğretmen Ağı’nın bu sene dokuzuncusunu yapacağı Değişim Elçileri Yaz Buluşması, yurdun farklı bölgelerinden gelen, çeşitli branşlardan, kültürlerden, inançlardan, deneyimlerden ve  yaşlardan yüzlerce kişiyle buluştuğumuz, hatırı sayılır düzeyde farklılığı bir araya getiren bir ritüel. Her sene düzenli olarak yaz aylarında yapılan buluşma öğretmenlerin ifadesiyle bir “kavuştay”a dönüşüyor. Buluşmanın ritmi ve varlığı, içinde yer almış herkese de iyi geliyor, en azından geçmiş yılların deneyimi bize bunu anlatıyor.

Bu yıl Yaz Buluşması’nda “#BiziBirAradaTutan” temasıyla bir araya geleceğiz. Kişileri, toplulukları bir aradan tutan şeyin ne olduğu önemli bir soru. Ben bu yazıda, bu havzada gezinip kendimce bulduğum yanıtları dile getireceğim. Bu sorunun peşine düşerken, cevabı yalnızca yapılarda, planlarda ya da stratejilerde değil, ilişkilerde, karşılaşmalarda ve dile gelen dertlerde aramaya çalışacağım. Neticede bir ağı bir arada tutan, teknik olarak onu oluşturan düğümler kadar, o düğümleri birbirine bağlayan görünmez iplerdir.

Dostluk: Birbirine yer açabilmek

Dostluk kelimesinin sandığımızın ötesinde bir derinliği olduğunu düşünürüm. Türkçeye Farsçadan geçen bu kelimenin kökeni "دوست" (dūst) idir. Yakınlık, sevgi, sadakat gibi anlamlara gelir ya da onları tamamlar. Bugün kullandığımız ölçüde, yalnızca yakın olduğumuz arkadaşları, ilişkileri tanımlamaz, bunların ötesini de çağrıştırır. Özellikle Eski Anadolu Türkçesi metinlerinde, insanlar arasındaki bağı temsil ettiği kadar hakikat arayışındaki yol arkadaşlığını da vurgular. Tasavvufun önde gelen isimleri Yunus Emre ve Mevlana da bu kelimeyi çokça kullanır ve onlar için bu kavram tanrıyı, yaradanı simgeler. Bu, kelimenin manevi derinliğini de hatırlatır bize. Öyleyse dostluk, sadece iyi ilişkiler kurduğumuz bir dengeyi değil, aynı zamanda yol arkadaşlığımızı, hakikat arayışımızı ve güven ilişkilerimizi de ifade eder. 

İnsan, yaşamını “öteki” ile ilişki içinde sürdürür ve sosyalliğe ihtiyaç duyar. Bu yüzden de bireysel yaşamlarımızı sürdürürken, görünmez ama kurucu bağları etrafımıza örmeye çalışırız. Üstelik bunu yalnızca hayatı paylaşmak için değil, anlamlandırmak, yön bulmak ve dayanmak için de yaparız. Bu ihtiyaç bizi, çoğu zaman farkında bile olmadan, başkalarıyla ilişkilenmeye, ortak motifler içinde var olmaya yönlendirir. Böylece benzerlerimizle, az benzediklerimizle ve hatta hiç benzemediğimiz insanlarla aynı toplumsal dokunun içinde buluruz kendimizi. Bu birlikte olma hâlinin merkezinde, yalnızca bir sevgi ya da yakınlık biçimi değil, aynı zamanda ortak bir dünya kurma iradesi olarak dostluk yer alır. Hannah Arendt’in politik dostluk kavramı bu açıdan bize anlamlı bir perspektif sunar. Ona göre dostluk, özel bir bağlılıktan öte farklılıklarımızla bir arada düşünebilme ve eyleme geçme zeminidir. Gerçek dostluk yalnızca ortak duygulardan değil, ortak bir dünyada yaşama iradesinden doğar. Arendt’in siyaset anlayışı gibi dostluk da çoğulluk ve farklılıktan yanadır, bizi aynılaştırmaz, aksine farklılıklarımızla konuşabilmeyi ve bir arada olmayı mümkün kılar. Çünkü dostluk Arendt’in de vurguladığı gibi, ortak bir dünya kurma çabasında birbirimizin varlığına düşünsel olarak tanıklık etme ve bu tanıklıkla dayanışma gösterme biçimidir. Dostluk bu bağlamda sadece bir duygulanım değil, bir tür siyasal etiğe dönüşür. Tam da bu nedenle topluluk dediğimiz şey, sadece ortaklıklarla değil, karşılaşmalarla da kurulur. Toplulukların sadece benzerleri değil, farklılıkları da içine alan yapısı, toplulukları geçirgen, esnek ve dönüştürücü kılmaya da vesile olur. Öğretmen Ağı’nın topluluk felsefesinde yer alan, daha doğru ifadeyle topluluk uygulamalarında da görünen esnekliğin buradan geldiğini ifade edebiliriz. Böylece topluluklar biçim değiştirebilir ve sürekli bir devinim içinde güncel kalır.

İster küçük ister büyük ölçekte olsun, kentte ya da kırda ortaya çıkan toplulukların temeli bu dostane bağdır. Çünkü bu bağ, sadece anlaşabilmeyi değil, anlaşamamayı da kapsayan bir birlikte kalma etiğini gerektirir. Bizi bir arada tutan şey, çoğu zaman tam olarak aynı olmamız değil, farklılıklarımızla birbirimize yer açabilmemizdir. Yani Öğretmen Ağı gibi bir topluluğun içinde dostluk, tek seferlik bir bağı esas kılmaz, tekrar tekrar aynı masaya oturma ve masayı genişletme iradesini temsil eder. Bu temsil biraz da, birbirinin sözünü kesmeden dinleyebilme, birbirine alan tanıma ve bir araya gelişlerin arkasındaki niyeti gözetebilme pratiğidir.

Dertdaşlık: Paylaşacak zeminler yaratabilmek

Dertlerin paylaşılması, yalnızca bireysel bir rahatlama sağlamaz, aynı zamanda toplumsal bağların, duygusal dayanışmanın ve anlam üretiminin yeniden inşa edilmesine de vesile olur. A.Russell Hochschild’in “duygusal emek” kavramı, öğretmenlik mesleği üzerinden de okunabilir, zira öğretmenler, kendi iç dünyalarını açarken, aynı zamanda başkalarının duygularına da tanıklık eder ve bu tanıklık aracılığıyla karşılıklı bir duygusal emek paylaşımı ortaya çıkar. Bu tür paylaşım seansları da yalnızca bireysel hafiflemeyi değil, duyguların kolektif bir zeminde tanınmasını mümkün kılar.

Biliyoruz ki bu türden eşik anlar bazen bir bakışta, bir öğretmenler odası sessizliğinde ya da “Bende de oldu.”, “Aynı şeyi ben de duydum.” diyebilme cesaretinde ortaya çıkar. Bu, Bell Hooks’un “ilişkisel öğrenme” anlayışında tarif ettiği gibi, bilgi kadar duygunun da paylaşıldığı, yatay ilişkilerin önünü açan pedagojik bir imkân yaratır. Böylesi temas ve karşılaşma anlarında, öğretmenlerin deneyimleri yalnızca kişisel olmaktan çıkar, ortak bir bağlamda karşılık buluşur ve kolektif bir anlam kazanır.

Bu durum, Michael Hardt ve Antonio Negri’nin “kolektif özneleşme” kavramı ile düşünüldüğünde, dertlerin dile gelişi sadece duygusal değil, aynı zamanda politik bir eylem hâline gelir. Çünkü paylaşılan her dert, başkalarının da benzer deneyimlerden geçtiğini görünür kılar ve böylece bireyleri yalnızlaştırmak yerine onları ortaklaştırır. Bu ortaklık da, ağın duygusal dokusunu örer ve dayanışmanın zeminini güçlendirir. Bu yönüyle Öğretmen Ağı yalnızca bir Ağ olmaktan çıkar, “Ağ Kurucu” rolüne de bürünür. Böylelikle Ağ’ın kendi içinde farklı ölçek ve dinamikte ağlar oluşur ve hatta kendini aşan bir kurucu rol nihayet tebarüz eder.

Ağ: Yalnız olmadığını bilmenin çoğul hali

Öğretmenlik etrafında olan bitene doğrudan ya da dolaylı olarak temas edebilen, ötelerde yaprak kımıldasa bundan etkilenebilen meslek. Mesleğin kamusal dinamiklere bu denli içkin olması onu diğer birçok meslekten farklı bir yükle başbaşa bırakır. Bu yükler bazen yorar, bazen de sistemin içerisinde birer özne olarak öğretmenleri pasifize eder ve yalnızlaştırır. Bir öğretmen yalnız kaldığında ne kadar yaratıcı, kararlı, dirençli ya da donanımlı olursa olsun, sistemin yıpratıcılığına karşı savunmasız kalabiliyor. İşte tam da burada, bireysel iyi örnekleri çoğaltan değil, onları bağlam içinde güçlendiren “ağ” yaklaşımına ihtiyaç duyuluyor. Ağ bu yönüyle makbul olanı değil makul olanı var etmeye çalışıyor, zira denkleme tabi olan her bir durum ancak bağlam içerisinde güçlü kalabiliyor. Örnek vermek gerekirse, dezavantajlı bir bölgede kırılgan grupların olduğu bir okulda görev yapan bir öğretmeni düşünelim. Bu öğretmenin tek başına “makbul” olan müfredat içerikleri ve sınıf yönetimi teknikleriyle başarılı olması beklenemez. Çünkü sınıftaki öğrenciler okula aç gelebilir, derin bir yoksulluk içinde olabilir, öğrenciler ebeveynlerinden destek görmüyor olabilirler. Bu denklem öğretmeni başka yöntemler aramaya, başka ilişkiler kurmaya iter. Öğretmen, bulunduğu havzadaki paydaşlarla işbirliği kurabilir, meslektaşlarıyla temasa geçebilir. Kantinle ya da bakkalla işbirliği yapıp çocukların sağlıklı besine erişimine çözüm arayabilir, teneffüsleri mini rehberlik anlarına çevirebilir ya da velilerle işbirliği zemini bulabilmek için farklı kurum ve kuruluşlarla iletişim halinde bulunabilir. İşte öğretmen tam da burada içinde bulunduğu koşullara rağmen “makul” çözümler üretmeye çalışır. Ağ yaklaşımı, bu tür çözümleri yalnızlaştırmak ya da istisna gibi göstermek yerine, onları bağlamı içinde görünür ve sürdürülebilir kılmaya çalışır. Bu da yukarıda sözünü ettiğim ağ kurucu rolün bir tür yansıması haline gelir.

Öğretmen Ağı, bu “ağ kurucu” rolüyle, yalnızca mesleki değil, aynı zamanda sosyal bağlarıyla insani bir ağı da var etmeye çalışır. Bilginin ve deneyimin ötesinde, “ben seni anlıyorum”, “yanındayım”, “yalnız değilsin” diyebilmenin yollarını açan, birlikte güçlenme duygusunu var eden bir yapıya dönüşür.

Özetle:

Görünürde sıradan olan şeyler, toplulukların kurucu unsurları haline gelebilir. Bu bağlamda, birlikte geçirilen zaman yalnızca fiziksel bir karşılaşma değil ortak düşünme, görünür olma ve dünyayı dönüştürme olanağı yaratır. Kültürel antropolog Victor Turner’ın çalışmaları da bu düşünceyi derinleştirir. Turner’a göre topluluklar, belirli ritüeller ve geçiş anları (liminal alanlar) aracılığıyla kendilerini yeniden kurar, tesis eder. Buluşmalar, tam da bu liminal alanlar içinde yer alır. Zira bir araya gelmeler, mevcut toplumsal rollerin bir an için askıya alındığı, bireylerin birbirleriyle farklı düzeylerde ilişkilenebildiği dönüştürücü eşiklerdir. Onun çalışmalarına göre her tekrar eden buluşma, topluluğun yeniden doğduğu, bağların tazelendiği ve geleceğe dönük inancın mümkün kılındığı bir zaman kesitidir. O halde toplulukların bir araya geldiği her seansın bir tür sosyal ayin olduğunu ve bunların da ortak iyiye hizmet edebilecek topluluklar yaratabileceğini belirtebiliriz. Bir ritüel olarak Değişim Elçileri Yaz Buluşmasının da mayasında ve özünde bu anlayışın olduğunu buraya not düşebiliriz. Bitirirken de Hannah Arendt’e yeniden yer verelim ve onun, insanın dünyada iz bırakabilme yetisinin ancak başkalarıyla birlikte olduğunu, yani ortak bir kamusal alanda “eylem”e geçtiğinde mümkün olabileceğini ifade eden yaklaşımını yeniden buraya iliştirelim.

  1. Nişanyan Sözlük: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü.(https://www.nisanyansozluk.com/kelime/dost)
  2. Korkmaz, Zeynep (2003). Cumhuriyet'ten Önceki Türk Edebiyatında Dil ve Anlatım. Türk Dil Kurumu Yayınları
  3. Ocak, Ahmet Yaşar (1996). Tasavvuf, Şeyh ve Devlet: Osmanlı’da Sufi Kültür ve Toplum. İletişim Yayınları.
  4.  Hannah Arendt, Karanlık Zamanlarda İnsanlar, çev. Özge Çelik, İletişim Yayınları, 2015; ayrıca bkz. İnsanlık Durumu, çev. Bahadır Sina Şener, İletişim Yayınları, 2019; Geçmişle Gelecek Arasında, çev. Füsun Tülek, Metis Yayınları, 2022.
  5. Hochschild, A. R. (2022). Yönetilen kalp: Duygusal emeğin ticarileşmesi (S. Yeniçeri, Çev.). Ayraç Yayınevi. (Orijinal çalışma 1983)
  6. hooks, b. (2020). Sınırları aşmak: Eğitimde özgürleştirici bir yaklaşım (E. Kılıç, Çev.). BGST Yayınları. (Orijinal çalışma 1994)
  7. Hardt, M., & Negri, A. (2005). Çokluk: İmparatorluğa karşı savaş ve demokrasi (B. Yıldırım, Çev.). Ayrıntı Yayınları. (Orijinal çalışma 2004)
  8. Victor Turner, Ritüel Süreç: Yapı ve Anti-Yapı, çev. Barış Cezar, NotaBene Yayınları, 2017