SEÇBİR ve Öğretmen Ağı olarak günümüz sorunlarını ve bu sorunların eğitime olan yansımalarını disiplinlerarası bir bakış açısı ile ele aldığımız Akademi Buluşmaları’nın bu dönem gerçekleşen ilk buluşmasında 22 Ekim 2025 Çarşamba günü Yasemin Giritli İnceoğlu ile bir araya geldik. Dijital dünyanın kimlikleri, toplumsal aidiyetleri ve yurttaşlık pratiklerini nasıl şekillendirdiğini anlamaya çalıştığımız bu buluşmada, nefret söyleminin eğitim ortamlarında nasıl ele alınabileceğini ve dijital okuryazarlığın nasıl geliştirilebileceğini tartışmaya açtık.
Yasemin Hoca konuşmasına dijital devrimi “yalnızca dijital bir dönüşüm değil, toplumsal bir dönüşüm” olarak da ele almak gerektiğini söyleyerek başlıyor. Başlarda Habermas’ın “kamusal alan” kavramının yeniden doğuşu olarak yorumlanan bu devrimin bir noktaya kadar demokrasi ve çoğulculuğa dair umutları karşıladığını belirterek, çeşitli toplumsal grupların ve hareketlerin dijital medyada kendi hikâyelerini anlatmaya başladığına ve dayanışma ağları kurabildiğine işaret ediyor. Ancak zamanla bu alanda hem denetimin arttığını hem de çoksesliliğin değil gürültünün hâkim olduğunu not düşüyor. Sosyal medya platformlarının duygusal yoğunluğu yüksek ve etkileşim artıran içerikleri öne çıkarmasıyla birlikte, demokrasi vaat eden bu kamusal alanın yavaş yavaş yankı odalarına, kutuplaşma cephelerine dönüştüğünü anlatıyor.
Dijital teknolojilerin yalnızca iletişimi dönüştürmediğine, kapitalist üretim ilişkilerinin de yeni bir uzantısı olduğuna işaret ediyor. ‘Dijital kapitalizm’ ve ‘platform kapitalizmi’ kavramları ile tanıştırıyor bizi ve platformları “kullanıcı davranışları ve etkileşiminden elde edilen verileri ekonomik bir kaynağa dönüştüren hegemonik yapılar” olarak tanımlıyor. Bu yapıların bilginin doğruluğuna değil, dolaşım hızı ve etkileşim miktarına değer atfettiğini ve bunun sonucunda bilginin bir ürüne, kullanıcıların ise veri kaynağına dönüştüğünü söylüyor. Böylece, hakikatin kamusal bir uzlaşmadan değil, kişiselleştirilmiş veri kümelerinden hareketle kurulduğu bu sistemde, nitelikli bilgi üreten platformlar geride kalırken kamusal yarar yerine ekonomik kazanç önceleniyor. Bu noktada, Varoufakis’in “tekno-feodalizm” kavramına başvuruyor; Elon Musk’ın bir platform sahibi olarak kamuoyu oluşturucu rolü varken aşırı sağ popülist siyasetle kurduğu ilişkinin kamusal alanı tarafsız olmaktan çıkardığını görünür kılıyor.
Teknolojinin bize ne yaptığına değil, bizim teknolojiyle ne yaptığımıza bakmamız gerektiğini söyleyen Yasemin Hoca, teknolojiyi eleştirel bir bilinçle kullanmayı öğrenerek, dijital etik anlayışını ve medya okuryazarlığını geliştirerek bir denge kurmanın mümkün olduğunu söylüyor. Bu bağlamda, dijital medya okuryazarlığının “yalnızca pedagojik bir alan değil, aynı zamanda politik bir mücadele alanı” da açtığını iddia ediyor.
Dijital medya okuryazarlığının temel kavramları ve kuramsal çerçeve başlıklı yazısında olduğu gibi, dijital okuryazarlığın teknolojiyi kullanma becerisi ile sınırlı olmadığını; eleştirel düşünme, etik farkındalık ve aktif yurttaşlık boyutlarını da içerdiğini belirtiyor. Eleştirel dijital okuryazarlığı “içerikleri sorgulama, analiz etme ve dönüştürme becerisi” olarak tanımlarken, bilginin kim tarafından nasıl üretildiği ve ne amaçla dolayıma sokulduğunu anlamanın ve bu bilgiyi etik bir biçimde kullanmanın önemine değiniyor. İçerikleri doğrulamakla sınırlı kalmayıp algoritmik farkındalığa, yani bazı içerikleri neden ve nasıl daha sık karşımıza çıktığını anlamaya davet ediyor bizleri. İçeriklerdeki yanlış bilgilerin ve manipülasyonların farkına varmak kadar etik iletişimi, sorumlu paylaşım yapmayı ve karşı söylemler oluşturmayı da önemli görüyor.
Hrank Dink’in katliamından sonra Türkiye’de gündeme gelen nefret söylemi ve nefret söylemiyle mücadeleyi konu ediyor. Ötekilere yani makbul vatandaş tanımının dışında bırakılarak marjinalleştirilen gruplara ve kişilere yönelen bu söylemin tanımlanmasında genelde çoğunluğun azınlığa karşı şiddet eylemini özendirecek teşvik edecek şekildeki ifadelerin altının çizildiğini belirtiyor. Ancak hedef olan grupla birlikte hedef alanın kim olduğu ve hedef alındığı günün işaret ettiği tarihsel bağlamın da bir o kadar önemli olduğunu not düşüyor.
Yeni dijital medya araçlarının kullanımıyla birlikte nefret söyleminin daha cesur ve yaygın bir şekilde ortaya çıkabildiğini, algoritmalar ve yankı odaları sayesinde kolayca kurulan “hayalî cemaatler”de söylemin hızla yaygınlaşabildiğini ve bunun sonucunda söylemin adeta estetize edildiği mizahla, popüler kültürle harmanlanarak normalleştirildiği bir süreç yaşanabildiğini anlatıyor.
Böylesi bir süreçte Freire’nin düşüncesinin dijital çağda her zamankinden daha güncel ve önemli olduğunu söylüyor. Eğitimin bilgiyi sorgulama ve toplumsal gerçeklikle ilişkilendirmeye eğilmesi ve bu yolla öğrencileri dünyayı dönüştürme kapasitesine sahip birer özne olarak güçlendirmesi gerektiğini düşünüyor. Dünyayı eleştirel biçimde anlamlandırmak için ise, öğretmen öğrenci diyaloğunu merkeze koyuyor; öğrencilerin de içerik ürettiği paylaştığı bu dijital çağda öğrenmenin ancak diyalog içerisinde sürdürülebileceğini belirtiyor. Eğitimcilerin rolünü “sessizlerin sesi olmak değil, sessizlerin seslerini bulmalarını sağlamak” olarak tanımlıyor.
Bu bağlamda, dijital katılımı demokratik katılımı artırmanın ve toplumsal değişimi hızlandırmanın bir yolu olarak görüyor. Bireylerin dijital ortamlarda sosyal ve politik süreçlere - çevrimiçi kampanyalara katılmaktan sosyal medyada örgütlenmeye, dijital aktivizme kadar olan bir yelpazede- katılımına alan açmayı önceliyor. Gittikçe otoriterleşen bir ortamda dijital katılımın sağlanması için kullanıcıların kolektif bilgi üretimine katılırken yaratıcı, dolaylı, güvenli ve dayanışmacı yollar bulmasını öneriyor. Katılıma ek olarak kapsayıcılığın da gözetilmesini önemsiyor; bunun için ise bilginin üretim süreçlerinde marjinalleştirilmiş grupların dahiliyetini sağlamanın yollarını aramaya çağrı yapıyor.
Konuşmasını tamamlarken Türkiye’de eğitim müfredatında ve dijital medya eğitimlerinde yaygın olarak korumacı bir yaklaşımın hâkim olduğu tespitini yapıyor; çocukları risk ve zararlı içeriklerden korumaya odaklanan bu yaklaşımın çocuk ve gençleri pasif kıldığını, güçlendirmediğini belirtiyor. Bu yaklaşımın yanı sıra medya okuryazarlığında iki yaklaşım daha olduğunu not düşüyor: Teşvik edici yaklaşım medya kullanım becerilerini, katılımcı yaklaşım ise eleştirel düşünme ve etkili iletişim becerilerini geliştirmeyi amaçlıyor. Biz eğitimcilere, eğitim içerikleri ve süreçlerini tasarlarken bu üç yaklaşım arasında denge kurmayı ama ağırlığı öğrencilerin katılımcı yönlerini güçlendirmeye vermemizi öneriyor.
SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları, akademide yürütülen çalışmaların ve üretilen bilgilerin öğretmenler başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesle, öğretmenlerdeki deneyimin ise akademiyle paylaşılmasını amaçlamaktadır. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin farklı branşlardan eğitimcilerle bir araya gelmesiyle günümüzün sorunlarına disiplinlerarası bir bakış geliştirmeyi de hedeflemektedir. Çevrimiçi ortamda gerçekleşecek buluşma serisi öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum çalışanları ve gönüllüleri başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesin katılımına açıktır.
*Prof. Dr., İletişim Akademisyeni