Per, 03/21/2024 - 14:47 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

“Başımıza ne geldi? Buradan birlikte nasıl çıkarız?” | SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları I
Alev Çavdar* ile Buluşma Üzerine...

Yazar: Melisa Soran, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Merkezi (SEÇBİR)

SEÇBİR ve Öğretmen Ağı olarak farklı disiplinlerden akademisyenlerle bir araya gelerek günümüz sorunlarını ve bu sorunların eğitime olan yansımalarını disiplinlerarası bir bakış açısı ile ele almayı amaçladığımız Akademi Buluşmaları’na başladık. Bu buluşmaların ilkinde 5 Mart Salı günü Alev Hoca ile bir araya geldik; “Başımıza ne geldi? Buradan birlikte nasıl çıkarız?” sorularını tartışmaya açtık.

Buluşmalara bu sorularla başlamamızın ve ilk buluşmaya Psikoloji disiplininden birini çağırmamızın bir nedeni vardı. Öğretmenlerin başlarına gelenlere çare ararken başvurdukları ilk kaynak “psikoloji” oluyor. Alev Hoca’ya sorduğumuz ve yanıtını aradığımız ilk soru da buydu: “Psikoloji bu sorunlara çare olabilir mi? Nasıl olabilir?”. Alev Hoca’nın bu sorulara verdiği yanıt şu oldu: “Yaşadıklarımızı anlamaya ihtiyacımız var ve psikoloji her şeyden önce ne yaşadığımızın adını koymamızı sağlıyor. Bireysel dayanıklılık; ruhsal sağlamlık dediğimiz şey de “dayanışabilmek” demek aslında. Terapiyi de buradan ele alabilir; aynı şeylere maruz kalan iki insanın dayanışması olarak tanımlayabiliriz.” Bu söylediklerinden şunu anlıyoruz ki başımıza gelenleri anlamlandırmakta psikoloji disiplininden beslenebilir;  ayrıca buradan ancak ve ancak dayanışma ile çıkabiliriz. 

Başımıza gelenleri de “ruh sağlığı sorunları” olarak tanımlamadı Alev Hoca, “durduğumuz zeminle ilgili sorunlar” olarak tanımladı. Özellikle “verici meslekler”den insanların –ki öğretmenlik de bu mesleklerin arasında yer alıyor- sorunlar yoğunlaştıkça işi zorlaşıyor. Zira bu insanlardan sorunlara çare olması bekleniyor ve bu insanlar da bu yükü alarak her koşulda “kurtarıcı” olmaya soyunuyor, her şeye yetmeye çalışıyor. Oysa karşılıklı kurulan ilişkilerde dayanışma içerisinde olmak, alma-verme dengesini sağlamak ve verebildiğimiz gibi alabilmemiz de yaşamsal önemde. 

Başımıza gelenler karşısında verdiğimiz bir tepki olarak “umutsuzluk sağlıklı bir duygu”dur dedi; umutsuzluğu “geleceğimiz ile aramızda engeller olduğunda verdiğimiz sağlıklı bir tepki” olarak tanımladı; olumsuz duyguları yok saymamanın, yaşamanın önemine işaret etti. Öğretmenlerin özellikle öğrencilerle ilişkilerinde “öfke” duygusundan kaçınmaya çalıştıkları tespitinde bulunarak ilişkilerimizi düzenleyebilmemiz, önlemlerimizi alabilmemiz ve umut besleyebilmemiz için olumsuz duyguları yaşamaya alan açmamız gerektiğini belirtti. Bu bana öğretmenlerin depremlerin ardından yaptığımız paylaşımlarda sıklıkla dile getirdikleri bir durumu hatırlattı; öğrencilere bir an önce iyi gelebilmek için kendi yaslarını tutamadıklarını..

Bu önemli tespitlerin ardından başımıza neler geldiğini çerçeveledi Alev Hoca.

Dijitalleşme, benlik gelişimi süreçlerini doğrudan etkileyen bir faktör. Bebeğin dünyayı kendi yönettiğini düşündüğü öznel tümgüçlülükten kendisinin yönetmediğinin farkına vardığı nesnel gerçekliğe geçiş süreci oldukça önemliyken dijitalleşme ile birlikte bu geçiş alanı daralıyor; nesnel gerçekliğe geçiş yavaşlıyor. Çocuklar istedikleri içeriğe hemen ulaşabildikleri, duygularını ihtiyaçlarını ertelemeye gerek duymadıkları, ilişkilerde karşılıklılığa önem vermedikleri, sürekli karşıdan tatmin bekleyen, alamayınca da kendisini yatıştıramayan ve dolayısıyla dünyaya konumlanmakta zorlandıkları bir deneyime maruz kalıyor. Hâl böyleyken öğretmenlerden çocukların her istediklerine karşılık vermeleri ve hatta ebeveynlik rolünü üstlenmeleri bekleniyor. Oysa ki çocukların gelişimlerini desteklemek için biz yetişkinlerin onların bazen “doğal hüsranlar”  yaşamalarına izin vererek nesnel gerçekliğe geçiş alanını açmamız gerekiyor; ebeveynlere de öğretmenlere de düşen en önemli rol belki bu.

Pandemi de her birimizin dünyada kendimizi güvende hissetmemizi zorlaştıran ve birbirimizle olan ilişkilerimizi etkileyen bir başka faktör. Uzamış etkileri hâlen süren ve zemin kaygı düzeylerinin artmasına neden olan bu etki Dünya Sağlık Örgütü’nü kaygı bozukluğu endeksini gözden geçirmek zorunda bıraktı. En azından evlerimize kapanarak kendimizi güvende hissedebildiğimiz bu deneyimin üzerine gelen depremler ise evlerimizde de kendimizi güvende hissedemememize neden oluyor. Bütün bunlara savaşlar, çatışmalar, ekolojik, ekonomik ve üst üste binen krizleri de eklersek şunu söyleyebiliriz ki dünyada güvende hissedebileceğimiz yer neredeyse kalmadı.

Ancak eğitimciler olarak öğrencilere karşı sorumluluklarımızın farkında olarak zorlanırken de devam etmeye çalışıyor ve bunu istiyoruz. Peki, ama nasıl yapacağız?

Mükemmeliyetçiliği bırakıp “yeterince iyi” olmayı kabul ederek başlayabiliriz; çünkü mükemmeliyeti aramak bizi hareketsiz bırakıyor, oysa ki umudu doğuran şey eylemek. Öyleyse “yeterince iyi” olmakla yetinerek eyleyebilir ve etrafımızdakilere de buradan bakabiliriz.

Alma-verme dengesini kurduğumuz, kurtarıcılığa soyunmadığımız, sorumluluğu paylaştığımız ve yanımızdakilerle dayanışma içerisinde olduğumuz ilişki ağları örebiliriz ki başımıza gelenlerin altında tek başımıza kalmayalım!

Bir yandan başımıza gelenlerle kendimiz baş etmeye ve aynı zamanda çocuklara destek sunmaya çalışırken her ne yaşıyorsak bunun adını koymaya, yaşanılanları dile dökmeye ve tabii ki anlamlandırmaya çalışmaya devam etmeliyiz. Alev Hoca “çocukları kurtaracak şey”in de bu olduğuna inanıyor; bunun için de iki kavram öneriyor: Sembolleştirme ve zihinselleştirme. Çocuklarla birlikte yaşadıklarımızı öykülere dönüştürmeyi; kişiselleştirmeden ve kesin yargılarda bulunmadan anlamlandırmayı daha fazla deneyebiliriz.

*Dr. Öğr. Üyesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü

SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları’nda yeni kavramlarla tanışmaya, güncel meseleleri tartışmaya, öğretmenlik deneyimlerimiz üzerine düşünmeye ve disiplinlerarası bir perspektiften beslenmeye devam edeceğiz. 22 Nisan Pazartesi günü, bir sonraki buluşmamızda Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Sinan Alper’le bir araya gelecek; şu sorunun peşinden gideceğiz: “Komplo teorileri: Eğitim bir çare olabilir mi?”

SEÇBİR-Öğretmen Ağı Akademi Buluşmaları, akademide yürütülen çalışmaların ve üretilen bilgilerin öğretmenler başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesle, öğretmenlerdeki deneyimin ise akademiyle paylaşılmasını amaçlamaktadır. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin farklı branşlardan eğitimcilerle bir araya gelmesiyle günümüzün sorunlarına disiplinlerarası bir bakış geliştirmeyi de hedeflemektedir. Çevrimiçi ortamda gerçekleşecek buluşma serisi öğretmenler, akademisyenler, sivil toplum çalışanları ve gönüllüleri başta olmak üzere eğitimle ilgilenen herkesin katılımına açıktır