Çar, 11/22/2023 - 14:01 tarihinde halukgoksel tarafından gönderildi

Yayın Tarihi

1 Öğretmen 1 Mimar

Öğretmen ağı toplantılarından birinde “Herkes İçin Mimarlık” Derneği’nden Emre’yle tanıştık. Orada başladı “1 Öğretmen 1 Disiplin”in hikayesi. Dernek, adıyla bile merak uyandırmaya yetiyordu: “HERKES İçin Mimarlık”… Şehir o kadar çok sağlamcı ve yetili bedenlere göre inşa ediliyordu ki ve bu yapısıyla o kadar çok kişinin yaşamını zorlaştırıyordu ki… Engelliler, geçici sakatlık yaşayanlar, hamileler, yaşlılar, yorgun insanlar… Her gün okuldan eve dönerken tırmanmak zorunda olduğum üst geçit, zaten bu mimari yapılar üzerine düşünmeme yol açıyordu. İnsanı değil, araçları önceleyen geniş yollar, dar kaldırımlar… Tabii ki mimarlık, herkes için olmalıydı.

Bu arada Öğretmen Ağı olarak bir yandan sahadaki problemlere çözümler ararken, diğer yandan kendimizi besleme ve farklı disiplinlerle etkileşim arayışı içerisindeydik.

Herkes İçin Mimarlık Derneği’yle ilk kez bir araya geldiğimizde “Bir öğretmen ve bir mimar bir araya gelse ne yapar? Nasıl bir çalışma çıkarır?” üzerine konuştuk. Benim iç mimarlıkla ilgilenmişliğim, onların ise hazırladıkları atölyelerde öğretmenlik yapmışlığı vardı. Heyecanlandırdı bu fikir bizi.

Öğretmen Ağı Dördüncü Buluşması

Konu başlıkları neler olabilir, diye düşündük. Döndük, kendi deneyimlerimize baktık. Bir sürü başlık çıktı. Bizim için de çok merak uyandırıcıydı ortak konulara kafa yormak. Mekân-aidiyet ilişkisi, mekânın toplumsal ilişkiler üzerindeki etkileri, ortak-kamusal mekanlar… “İçermeci mi, demokratik mi?”, “İdeal sınıf tasarımı nasıl olmalı?” soruları…

Üç dört kez toplandık. Nasıl yapmalıyız, hangi sorularla, hangi yöntem ve teknikle nasıl bir program geliştirebiliriz, ortak bir dil tutturabilir miyiz, iki disiplin etkileşimli bir atölye hazırlayabilir mi… Kafamızda deli sorularla sıvadık kolları. Mimarlık, öğretmenlikle çok ilişkiliydi aslında. Mekânın öğrenme üzerindeki etkilerini hepimiz kendi yaşam deneyimlerimizden de biliyorduk. Çocuklar kendilerini daha rahat, daha özgür ve ait hissettikleri bir ortamda daha iyi öğrenebilirlerdi. Ama tek derdimiz bu da değildi. Hatta öğretmenlikle mimarlığı ilişkilendirme gibi bir kaygımızın olmaması gerektiğini ve bunun bizi sınırlandıracağını da düşünüyorduk. O nedenle daha sosyal boyutta ele aldık ve öyle tasarladık atölyeleri. Katılımcılar öğretmen olduğundan onların deneyimleri bizi zaten okul pratiklerine getirecekti; nitekim, getirdi de.

Farklı mekân tiplerinin fotoğraflarını inceledik. Kamusal mekan denen, fakat çok da içermeci olmayan, kamunun belli bir kesimine açık yapılara da baktıķ; özel mekanlara, mahallelere, gecekondulara da.. Artık çocukların olmayan sokaklara baktık. Fazlasıyla yapılandırılmış ve yaratıcılığı yok eden parkları sorguladık. Ve ilk atölye gününün sonunda Taksim Tünel Meydanı’nı yeniden tasarladığımız bir kolaj çalışması yaptık gruplar halinde. Gördük ki insanlar kamusal mekanlarda daha rahat, müdahale edebilecekleri, dönüştürebilecekleri ve özgür olabilecekleri yerler istiyorlar. Özellikle gökdelenler herkesin düşmanıydı, gökyüzünü kesintiye uğratan…

Ortasından başladım anlatmaya aslında.

7 Mayıs’ta; yani ilk atölyede buluşunca grubun kaynaşması için ilk önce buz kırıcı bir oyun oynadık. Daha sonra tanıştıracaktım grubu birbiriyle; tabii unutmasaydım :) Tanışma ikinci atölyeye kaldı böyle olunca.

“Mimar nedir, ne yapar?” sorusuyla beyin fırtınası yaptık. “Çizim yaparken sabahlar.”, “Tasarım yapar.” gibi cevaplar geldi. Sonra mekan-aidiyet ilişkisine kafa yormamızı sağlayan mimarî fotoğrafları birlikte yorumladık. Bir sonraki hafta için onlar için “ortak mekân”ı çağrıştıran bir fotoğraf çekme ödevi bile verdik katılımcılara.

Bir sonraki atölyeye yine bir oyunla ve nihayet tanışarak başladık. Sonrasında katılımcıların hafta boyunca çektiği fotoğrafları inceledik. Katılımcılardan biri, köşe koltuğun kendisine en yakın yerini mekan bellemiş kedilerinin fotoğraflarını getirmişti. Sıcacık bir fotoğraftı.

Bir başka katılımcının getirdiği, Eminönü meydanında yapılan bir idam fotoğrafını inceledik sonra. Ortak mekânın nasıl hem devletin gücünü gösterme hem de bir korku salma aracına dönüşebildiğini konuştuk.

Mezarlık fotoğraflarıyla farklı bölgelerde mezarlıkların nasıl kullanıldığını, nasıl bir paylaşma mekânına dönüştüğünü fark ettik. Bir yakınımızı mezarlığa gömdüğümüzde artık orası bizim için eski mezarlık olmuyordu. Bağ kuruyorduk mezarlıklar sayesinde kaybettiklerimizle. Kayıp ve ölüm duygusunu böyle yenmeye çalışıyorduk belki de. Çiçeklendiriyorduk, ziyaret ediyorduk ve bir şekilde yaşamla bağlantısını sürdürmeye çalışıyorduk. Sonra başka bir katılımcının getirdiği fotoğraftaki toplu mezarlar… toplumsal belleğimizi oluşturan, kolektif hafızamızda yer tutan toplu ölümlerin oluşturduğu toplu mezarlara baktık.

O fotoğraflar ardından yine fotoğraflarla kamusal mekanların toplumsal ilişkilenme hallerine etkilerine, sitelere, alışveriş merkezlerine, pazar yerlerine ve okullara döndük. Birlikte iyice derinlemesine konuştuk bu kavramları görseller üzerinden. İdealimizdeki okulu, sınıfı tasarladık sonra. Bahçeli, müdahale edilebilir, dönüştürülebilir, demokratik, biraz da konforlu ve kesinlikle tekerlekli tasarımlar. Tekerlek çok hızlı bir şekilde mekanı dönüştürebilme işlevine sahipti. Hele eğitim mekânlarının mutlaka kolay dönüşebilecek şekilde tasarlanması gerekiyordu. Biz tasarımlar sırasında bunu uygularken tekerleği yeniden icat etmiş gibi sevindik :)

Böyle bitti ikinci gün de. 17:30’da bitecek atölyemiz 19:00’da bitti. Herkesin anlatacağı, paylaşmak istediği o kadar çok şey vardı ki ve öyle keyifliydi ki, hiçbirimiz fark etmedik bile zamanın bu kadar ilerlemiş olduğunu. Aldığımız değerlendirme yazılarından da tüm katılımcıların çok memnun kaldığını gördük, okuduk, daha da mutlu olduk.

Ben Öğretmen Ağı’na ve bu Ağ’ın yaptığı her çalışmaya çok güveniyorum. “Bir Öğretmen bir Disiplin” atölyelerinin bir fotoğrafçı, bir yazar, bir terziyle sürebileceğini düşünmek bana heyecan veriyor.

Böyle bir oluşumda yer almaktan mutluyum. Var olsun Öğretmen Ağı…

Yazar: Şirin Giyik Hakkında

Öğretmenlik hayatında Bilgi Üniversitesi Sosyoloji ve Eğitim Çalışmaları Araştırma Merkezi (SEÇBİR) ile tanışmasını milat olarak değerlendiren Giyik, 3 yıl SEÇBİR’de ayrımcılık eğitimi aldı. Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Ermenistan-Türkiye temas projesi yaz kampında yer aldı. Ayrıca 2015–2016 arası Pera Güzel Sanatlar Akademisi’nde iç mimarlık eğitimi aldı. Terzilikle de ilgilenen Şirin Giyik, farklı disiplinlerle ilişkilenmeyi ve yeni deneyimler edinmeyi; şarkı söylemeyi, bisiklet sürmeyi ve tembellik yapmayı da çok seviyor.